Yol…

YOL…
ŞERİAT’TAN   HAKİKATE
Gece üstadıma sordum kaç kez
‘’Bana bildir bu Cihan sırrını tez’’
Gülerek verdi cevap üstadım
‘’ O ki ancak bilinir söylenmez’’
Mevlana
Yol’un evveli nur’dur. Nur Alem-i ummanda bir kandildir,  yolcu nur’dan vucut buldu, yolu yürüyüp ,sır perdesini aralayıp bilinmeyenin sırrına varıp  tekrardan Nur’a kavuşa bilmek için.
Yol güzeldir, geniştir, bu yol öyle bir yol’durki yolda yürümek isteyenleri ayırmaz, yol için yolda yürüyenlerin hepsi birdir, eşittir, hızlı yürüyeni de ,yavaş yürüyeni de, yolda tökezleyip kalanıda, yolu kendilerine maske edinmiş, yolu çıkarları için bir araç gibi kulananlarıda, yola başlarken ayırmaz. Hepsi başlangıçta birer yolcudurlar, içten pazarlıklı olanlarda, yürekleri tertemiz olanlarda hepsi beraber yolun başındadırlar.
Yol herkese kucak açmış, yola girmek isteyenler yolda yürümektedirler,yolun kuralları, işaretleri, dikkat edilmesi gereken yönleri vardır. Yolcular yolda ilerledikçe yolun kurallarına uymayanlar  yolun dışında kalırlar. Umduklarını,içten pazarladıklarını yolda bulamayanlar yollarını ana yoldan ayrılan kollara  yönlendirirler. Nasıl olsa gidilecek yönler boldur.Kimilerin çıkarları halen yoldadır,’’ Kendilerini, yolcu olmadıklarını,yolun kurallarına sadece çıkarları için uyduklarını’’ saklamayı iyi bilirler. Bu tip yolcular   güzel sözlerle, hamasi nutuklarla, yeminlerle, yolda ki dürüst insanları kendilerine hayran bırakırlar.Zan edilirki “bu yoldan olmayan yolcular’’yolun gerçek yolcularıdır.
Be hey kardeş yolumuza
Gidemezsin demedimmi
Bu bir rıza lokmasıdır
Yiyemezsin demedimmi
Pir Sultan
Yol uzundur, ömür boyu yürümek gerekmektedir. Gerek insani, gerekse diğer koşullar, yolun kuralları ve uzunluğu yolcular uzerinde etkisini göstermeye başlamıştır. Başlangıçta hevesle, şevkle başlayanlar yavaş yavaş tökezlemeye,yorulmaya veya ayrı yollara  yönelmişlerdir.yolcuların sayısı her geçen gün dahada azalmaktadır. Dökülenler, tökezleyenler,yorulanlar, ayrı ara yollara yönelenler, nedeni sorumluluğu yola yüklerler kendilerinin hiçbir hatası, eksiği, yanlışı yoktur, yol bu kadar uzun ve kural sahibi olmasaydı kendileri de bilahare bu yolda yürüyebilirlerdi,
Yol uzunluğunun yanında gitgide daralmaktadır. Kuralları,yasaları  dahada ağırlaşmaktadır artık başlangıçtaki yola benzememektedir ilaki uyulması gereken  katı kuralları, aşilması ve geçilmesi gereken dar geçitleri, dar boğazları vardır, üstelik yol artık yolculardan fedakarlık,özveri ve samimiyet’de istemektedir şimdiye kadar  aldıklarını, öğrendiklerini iyi değerlendirenler,çaba harcıyanlar, görüp geçirdiklerinden dersler aldılar, tecrübelerine yeni tecrübeler kattılar, yolun tüm zorluklarına ve inceliklerine katlanarak yürüdüler.Gün geldi yeni bir noktaya vardılar,harcanan emekler harmanlanmıştı öbek,öbek yığın ,yığın.Yel sakindi, okşar gibi dokunuyordu ,Turnalar semah’a kanat vurdu şiddetlendi,çöpler,samanlar yel’e kapılıp savruldular geriye taneler kalmıştı. Şimdi herşey daha net, daha şeffaftı, geriye kalanlar gurur’dan ,kibir’den hırs ve tamah’tan arınmış yeniden doğmuşlardı,Benlik yurdunu terk edenlerin  yolu üzerinde bir kapı vadır, kapı’dan öbür tarafa geçmek için uğraştılar ama geçemediler, yola devam etmeleri gerekti,  tekrar tekrar denediler, baktılar olmuyor. Eşiğin  öbür tarafına geçmek, kendilerini, şimdiye kadar öğrendiklerini aşıyordu, derken önlerine yolun önceki yolcularından yolu yordamı iyi bilen biri çıktı, yolun yolcularını aldı bir Nehir kenarına getirdi, dupduru ve berrak bir nehirdi. Hepsi nehire girip tertemiz yıkandılar sonra yandaki sütbeyaz akan çeşmenin başına gelip suyundan içtiler. Çeşmenin başında su kapları vardı Rehberleri onlara herkesin kendisine bir kap seçmesini ve suyla doldurmasını söyledi, öyle yaptılar herbiri kendince bir kap seçti,suyla doldurdu  tekrardan eşiğin önüne geldiler. Şimdi yanlarında yolu bilen vardı.Yolun sahipleri,yolun uluları  bu ince uzun bir şerit gibi görünen yolu  büyük bir ustalıkla ,büyük bir marifetle oya gibi işlemişlerdi, herşey yerli-yerindeydi, işlenen her renk, her nakış,uygulanan her kural yola çokça yakışıyordu .Bütün bunlara rağmen bu yolu yanlız başına yürümek olanaksızdı. İllaki bir can yoldaşin olması şarttı, ömrün yettiği yere kadar senliği beniği yokeden bir can yoldaşı. Her can kendine bir can seçti , yoldaşlar yol bilenin yanında yanyana dizildiler, ellerini göğüslerine alıp boyunlarını büktüler, yolu bilen, öğütte, nasihatta bulundu, yolun zorluklarını, kurallarını, olmazsa olmazlarını anlattı, hepsi sesiz sakin ve edep içinde  ayakta dinlediler, söylenenleri Eyvallah diyerek kabul ettiler.
Yolu bilen , can kardeşleri elele tutuşturdu, kendiside en öndekinin elini tuttu , boynunu hafifçe öne eğdi, büyük bir nezaket ve saygı içindeydi. Bismişah …..diye söyledi .eşikten öbür tarafa yolu yürümek isteyen canlar vardır diye seslendi  ,görünürde kimse yoktu, üçüncü tekrada  Eşiğe niyaz ederek öbür tarafa geçtiler her halinden yolun bilgelerinden olduğu belli olan nur yüzlü ,kemalete ermiş  bir can vardı karşılarında , yan tarafta büyük bir ocak,  alevleri harıl harıldı, çerağlar aydınlatıyordu her yeri, saflar halinde oturuyorlardı  ayrılık-gayrılık yoktu içlerinde  mekan birdi, birlik olmuştu mekandaki herşey.  Bilge can derinden gelen bir sesle , Gelmeyin-Gelmeyin-Gelmeyin, diye  tekrarladı…
Bu yol ateşten gömlek, demirden leblebidir….Ateşten gömleği giyenler, demirden leblebiyi yiyenler…. beri gelsin. Canlar hep bir ağızdan Allah eyvallah dediler, dize gelip, toprak anaya alınlarını değdirdiler, Makamdaki can,  Secdeniz,ikrarınız kabul olsun……….Boz atlı hızır yardımcınız olsun…..Gerçeğe hüüüü  …elini canların sırt’larına dokundurdu.
Yol uludur, yol uzun-ince,inişli-çıkışlı da olsa, dar geçitleri, aşılması zor engelleri de olsa yol uludur. Çünkü yolun yol olması için, gönül verenlerin amaçlarına ulaşabilmeleri için yolun böyle olması gerek, bundan ötürü  eksiklik-hata, yanlış yolda yoktur. Yola girenler herşeyiyle yolu kabullendiler, varsa hata ve eksiklikleri yolda değil, yolcularda aramak  gerek.
Yolun engelleri,  yolu bilenler için değil, bu engelleri ortadan kaldırmak onları aşmak için sadece ve sadece kurallara uymak,nefsine olanak tanımamak ve verdiği ikrara sahip çıkmakla mümkündür, Bundan gayrı yolun zoru yoktur.
Yolda gaza vardır,savaş vardır.Hemde en büyük düşmana karşı.Bu savaş yolda kalıp kalmama mücadelesidir, düşman çok güçlüdür,her türlü kötülüğü yapmaya muktedirdir, böylesi güçlü olan düşmana karşı,akıl,mantık,irade ve vicdan silahları kulanılarak sabır taşı olmuşçasına amansız bir savaş verilir. Düşman tam anlamıyla ortadan kaldırılana kadar. Bu savaşta kaybedenler yola devam etme şansını yitirirler.
Yol çok güzeldir, her şey alımlı ve cazıbelidir. Bütün bunlar yolcuları cezbediyor, Eline , diline, beline-İşine-Aşına-Eşine, sabırlı olanlar, gonül gözü ile bakanlar bildiler, sakındılar. Görünüşe kananlar oldu, verdikleri söze sahip çıkmak kimilerine zor geldi. Bunca güzeliklerden kendine ait olmayana dokunmamak, kimileri aştı. içlerinde, gönül evlerini ilahi Aşk ile dolduramayanların,kül’lenmiş ama yok olmamış  Ben`leri içerden  olnarı dürtüklüyordu, aklına değilde nefsine uyanlar dayanamayıp, yolun kurallarını ihlal ettiler. Bu ihlalin farkına varanlar tekrardan Yol bilene başvurdular. Rızalık Nehrinde tekrardan yıkandılar ve yollarına devam ettiler. İhlal’i büyük olanlar Yolun yolcuları ve bilenleri tarafından “yeniden başlamaları için” yolun bir yerinde dışarıya atıldılar.
Gel gönül incinme bizden
Kalsın gönül yol kalmasın
Evvel âhır yol kadimdir
Kalsın gönül yol kalmasın
Bahçede açılan güldür
Hakk’ı söyleyen de dildir
Pes ezelden yol kadimdir
Kalsın gönül yol kalmasın
Başındadır altın tacı
Budur erenler miracı
Keskindir yolun kılıcı
Kalsın gönül yol kalmasın
Ey divane ey divane
Âşık olan kıyar cane
Hatayi’m der taç u hane
Kalsın gönül yol kalmasın
Yol sabır demekti , emek demekti.  Bahçıvancılık yapmak, gül yetiştirmek demekti. Yolcular canla başla işe koyuldular.Ariflerin bahçesinde Gül yetiştirmek kolay bir iş değildi. Emek, sabır, alın teri,sevgi isterdi, dikenlerine katlanmak lazımdı.Güle aşık olmak, gülün Bülbülü olup dalında aşkını dile getirmek,nazına,hasretine karşı kanıyla gülü kızıllaştırmak gerekti.
Geride küçümsenemeyecek bir Yol katetmişlerdi. Bu etapta emekleri tohuma durmuş,alınterleri ile sulanmış,  sabırları  ıle yetişdirdikleri  çiçeğe durmuşlardı. Arada çiçeksiz kalanlar  olsada ortalık bir çiçek bahçesine dönmüştü.
Emek sarfedenler, emeklerinin sonuçlarını görünce mest olmuşlardı. Artık her şey daha değişikti. Gizli saklı yoktu. Toprakla haşır, neşir olanlar, toprağın bereketini, sabrını ve analığını kabul etmişlerdi.Toprak olunmalıydı
Emeğin çiçeğe durması, onları durdurmadı. Daha fazla bir çaba, bir emek lazımdı. Çiçek meyveye dönüşecek, olgunlaşacak, yenir bir hale gelecekti.
Yol aydınlıkti. Güneşin aydınlığını  yüreklerine öyle bir indirmişlerdiki, güneş içlerinde idi, Bu aydınlık ilimdi, irfandı, beceriydi. Gün geldi,  çiçek  meyve’ye dönüştü.  Meyveler yalnız yoldakiler için değildi. Bütünün payları vardı. Herkes kendi payına düşeni aldı. Yetinilmedi, durulmadı, devamı gerekiyordu, daha iyisi daha güzeli için. Bilinenleri öğretmek bilinmeyenlere ışık tutmak, her tarafı ilim ile, irfan ile sevgi ile aydınlatmak gerekiyordu. Bunların hepisi  yoğun bir emek ve çaba sonucu harmanlanan, Yolun marifetleriydi, erdemleriydi. Şimdi dört yönü bu erdemlerlen, bu marifetlerlen bezemek, donatmak lazımdı. Durmak yoktu, süreklilik vardı. Yolun erdemine, marifetine malik olanlar bir ışık haline gelmişlerdi. Her nerede olurlarsa olsunlar, etrafına ışık saçıyorlardı. Her biri birer mum olmuşlardı. Eriyerek etrafını aydınlatıyor, nurlandırıyorlardı. Gönülleri Rızalık Kapısı olmuş,Kemale ermiş tüm noksanlıklarından arınıp, giz perdesinin arkasındaki gerçeğe varıp   Pişmiş ve yanmışlardı.Yüreklerini ilahi aşkla doldurmuşlardı,parçalar yanyana gelmiş Bütün, görünür olmuştu, var olan herşey o büyük bütünün tozlarıydı, tancikleriydi, Yol eri de bu taneciklerden biriydi nereye baksa kendini görüyordu,her ne var’idiyse kendisindeydi.
Kaınatın aynasıyım
Mademki ben bir insanım
Hakkın valık deryasıyım
Mademki ben bir insanım
Daimi
Yolun başlangıcında aradıkları, bulmaya çalıştıkları o küçücük inciyi sonunda bulmuşlardı. Bir ömür tüketip aradıkları inciyi kendilerinde bulmuşlardı. Evet, o güzel inci gönül evlerinin bir köşesinde idi. Bunca emekten, bunca yolculuktan sonra, ancak kendi gönüllerinin içini dolaşabilmişlerdi. O yüce gerçek kendi yüreklerindeydi. Artık Yol ile Yol, Hak ile Hak olunmuştu. Hiçlik meydanına varılmış, birlik dolusu içilmiş …
Mest iken bir gün varıp üstadıma
Söyledim ‘’ Varlık nedir, Yokluk nedir’’
Şöyle dur, Halkın ezasından uzak
Var ve Yok, insan için bir Perdedir.
Mevlana
….Zaman gelmişti…
Simdi yeni bir başlangıcın zamanıydı. Tekrardan geldiği yere dönme zamanı. Belkide günün birinde Yola yeniden emek vermek için.
Müslüm KAYA   ……………………02-03-2010
BU Makale Alevilerin sesi138.sayısında yayınlanmıştır