Hacı Bektaş Veli Dergâhı Postnişini
Sn. Veliyettin Hürrem Ulusoy’un
“Dergâh’ta Birlik” toplantısını Açış Konuşması
10 Eylül 2011, Kültür Merkezi, Hacıbektaş,
Değerli Dostlar,
Hoş geldiniz, gelmenizle mutlu olduk, sevindik ve umutlandık…
Dostlar,
Toplantımızın nedenleri ve amacı üzerine konuşmadan önce geçen yıl boyunca yurt içinde ve yurt dışında yaptığımız toplantılarda bize mihmandarlık eden tüm örgütlerimize ve yöneticilerine huzurlarınızda gönülden teşekkürlerimizi sunmak istiyorum.
Ayrıca bu toplantılarda beraber olduğumuz ve her türlü katkı sunan canlarımıza ve bugünkü toplantının organizasyonunu büyük bir özveriyle gecesini gündüzüne katan bu yolun yolcularına yine huzurunuzda minnettarlığımı belirterek teşekkürlerimi sunuyorum.
Sevgili Canlar,
Neden yollara düştük, neden böyle bir toplantıya gereksinme duyduk?
Başta, neredeyse bir yüzyıl boyunca yaşanan tüm modern baskı ve asimile etme çabalarına karşın Alevi-Bektaşiler inançlarına, yollarına inatla sahip çıktığı için yollara düştük.
Biraz sonra Alevi-Bektaşi toplumunun, bu toplantıda tartışacağımız ve çözüm arayacağımız sorunlarını sıralayacağım. Evet, sorunlarımız çoktur. Ancak şurası çok da açıktır ki Alevi-Bektaşi toplumu tüm baskı ve asimilasyon dayatmalarına karşı direnmiş, kendini, inancını, yolun korumuş ve varlığını tüm ülke çapında, hatta uluslararası alanda duyurmayı başarmıştır.
Toplumumuz, içinden geçtiği zorluklardan süzülen bir bağlılıkla yolla ve inançlarına tutkun olduğu sürece aşamayacağımız hiçbir sorun yoktur. Kızılbaş, Alevi-Bektaşi toplumu yola ve inançlarımıza böyle sıkı bağlılığı olduğu için biz de yollara çıktık. Sorunlarımızı belirleme ve giderme kararlılığını bu güçten, sizlerden alıyoruz dostlar.
Türkiye ve Avrupa’da birçok şehirde toplantılar yaptık. Bu toplantılara civar il, ilçe ve yörelerden gelen dedeler, zakirler, hizmet sahipleri, dernek ve vakıflarımızın yöneticileri ve canlar katıldı. Bu katılımcı canların hepsi olmasa da çoğu toplantılarda söz aldı. Sınırlı zaman içinde bile olsa görüşlerini, gördüğü eksiklerimizi, düzeltme yolları üzerine önerilerini söyledi.
Bu söylenenlerden bir genelleme yaparsak aşağıdaki sorunlar en sık dile getirilen sorunlardır:
n Bizi bugüne getiren erkânımızı, yolumuzu artık tam uygulayamaz hale geldik. Bazı şeyleri unuttuk, bazı şeyleri yapmamız olanaksız hale geldi;
n Ocaklarımızdan koptuk; Dede talibinden, talip dedesinden ayrıldı;
n İnanç yönünden toplumumuzun üzerine bir “neme lazımcılık” çöktü; yolumuza, inancımıza ilgisiz kalamaya başladık;
n Başta resmi devlet dini-mezhebi olmak üzere kendi inancımızdan başka inançlara benzemeye, asimile olmaya başladık;
n Korumaya çalıştığımız değerlerimizi özünden kopartıp, şekilciliğe yöneldik. “Biz böyleyiz” diyoruz, ama hem kendimizi hem de gençliğimizi aldatıyoruz.
n Yolumuzu, inancımızı, erkânımızı çocuklarımıza aktaramadık.
n Yoldan uzaklaştığımız için hoşgörüsüz olduk, sinirli olduk, karşımızdakini incitmeye başladık,
n Kadınlarımıza yeterli değeri veremedik, diğer inançların etkisinde kalarak onları geri ittik, incittik.
n Kendi problemlerimizi kendimiz çözerken, mal, mülk, vb., yüzünden mahkemelere düştük, sınır bozduk, kul hakkı yedik, yolumuzu hiçe saydık…
n Çok sayıda dernek, vakıf, federasyon, enstitü kurduk, ama birliği bir türlü sağlayamadık.
n Cemevi kurduk, ama kurarken aklımıza gelmeyen sorunlarla karşılaştık. Yapılan cemlerin çoğu göstermelik cemler olmaya başladı. Dernek yöneticileri cemevlerine hükümran olmaya, kimin dede olacağına karar vermeye başladı. Bu nedenle yepyeni cemevi boş dururken, eskiden kullandığımız evlerde cem birlemek zorunda kaldık.
n Müsahiplik erkânı bozuldu, uygulanmaz, hatta uygulanamaz hale geldi.
n Cenazelerimiz kendi cemevlerimizden aynı bir camide kaldırıldığı gibi kaldırılmaya başlandı. Cenaze erkânımız bozuldu.
Değerli canlar,
Yoluna bağlı ve toplumumuzun iyiliğini isteyerek düşünen her Alevi-Bektaşi gerçekten bu sorunlarla karşı karşıya olduğumuzu görmektedir. Ancak bu sorunların nedenleri üzerinde kolaycılığa kaçmadan düşünmek ve irdeleme yapmak zorundayız
Hepimizin bildiği gibi Osmanlı devleti, on altıncı yüzyıldan başlayarak Alevi-Bektaşi toplumunu karşı iki siyaset izlemiştir. Biri kıyım siyasetidir, ikincisi “böl, yönet” siyasetidir.
Anadolu topraklarının gördüğü en büyük ayaklanmalardan biri olan Şah Kalender Çelebi ayaklanmasının, binlerce Kızılbaşın katliyle sona erdirilmesi toplumsal hafızamızda silinmeyecek bir yer edinmiştir. Ama aynı şekilde unutmamamız gereken bir nokta daha vardır. Osmanlı önce Kalender Çelebinin çevresine toplanarak ayaklanmaya katılanlara böl-yönet siyaseti uygulayarak ayaklanmayı içten çökertmiştir. İçten çökertilen ayaklanma katliamla tamamlanmıştır.
Bu tarihsel dersi hiç aklımızdan çıkarmamalıyız. Bugün Alevi-Bektaşilere uygulanan modern devletin “açılım” acı sosu ile tatlandırılmış, “böl-yönet” siyaseti Osmanlıdan devralınan mirasın devamıdır.
Dolayısıyla ağzından “bölünüyoruz”, “aramızda birlik kuramıyoruz” şikâyeti çıkan her can, hemen bu gerçeği hatırlamalıdır.
Bölünüyoruz, çünkü bizi bölmek isteyenler var. Bize böl-yönet siyaseti uygulanıyor. Bizi bölmek için çok büyük olanaklarla bize karşı seferber olanlar var. Bizim bölünmemizi önlemek için bizim attığımız her birlik adımına karşı on tane sahte birlik kuruluşu, yani birlik sözü altında yeni bölünmeler tezgâhlayanlar var. Bunu unutarak bölünmüşlükten şikâyet etmenin hiçbir şeye faydası yoktur.
Tarihin derinliklerinde aynı böl-yönet siyasetinin sonucu oluşan ve aslında birbirinden çok da farkı olmayan Babagan, Çelebi, Dedegan kolları, bunca deneye karşın hala bir araya gelememektedir. Hatta modern böl-yönet siyaseti bu çatlağa kamayı sokup, ayrılığı derinleştirmeye çalışmaktadır.
Değerli dostlar,
Bize uygulanan sadece böl-yönet siyaseti olsa, onunla daha kolay başa çıkabilirdik. Ancak üzerimize uygulanan böl-yönet siyaseti baskı, zulüm ve zorbalıkla birlikte yürütülmektedir.
Kuruluşundan sevinç duyduğumuz Cumhuriyet’in toplum çapında uygulamaya koyduğu ilk siyasi kararlarından biri Aleviliği-Bektaşiliği yasaklamak olmuştur. Başta Hacı Bektaş Veli Dergâhı olmak üzere neredeyse tüm Alevi-Bektaşi dergâhları kapanmıştır.
Bugün Hacıbektaş’a gelen Alevi-Bektaşiler kendi ata yadigârı binalarına müze giriş parası ödeyerek girebilmektedir. İstanbul’da Şahkulu Dergâhı toplumumuzun kullanımına açılmıştır, ama bizden zorla alınan ata yadigârı malımıza bugün kira ödemek zorundayız.
Dergâhlarımıza uygulanan yağmalamanın boyutlarını gösteren en çarpıcı örneklerden biri İstanbul, Sütlüce’deki Karaağaç Dergâhımızın (ki bu dergâh, Hacı Bektaş Veli Dergâhı’nın İstanbul’daki temsilcisidir, dostlar) ve bahçesindeki Bektaşi mezarlığının durumudur. Şimdi o dergâhın ve mezarlığın yerinde, “Alevi Açılımı” yaptığını öne süren Adalet ve Kalkınma Partisi’nin İstanbul İl Merkezi binası yükselmektedir.
Bir avuç canımızın cansiperane çalışması ile koca arazinin sadece bir köşesi toplumumuzun kullanımımıza terk edildi.
Bugünlerde hükümet, gayrimüslim vakıflarının gasp edilmiş mülklerinin bazılarını iade etmek istiyor. Doğru da yapıyor, ancak bunun Alevi-Bektaşi vakıflarının gasp edilmiş mallarına da uygulanması gerekmez mi?
Modern demokrasinin, insan haklarının ve inanç özgürlüğünün temel kurallarına kökten aykırı olan “Tekke ve Zaviyeler Yasası” hala duruyor. Bu yasanın kapsamına giren bazı tarikatların işlemesine izin verilirken ya da göz yumulurken Alevi-Bektaşilere yapılan baskılar hafızalardadır.
Dergâhlar bizim ilkokuldan üniversiteye kadar temel eğitim kurumumuzdu. Dergâhların yasaklanması, Alevi-Bektaşi kültürünün yeni nesillere doğru aktarılamamasının temel nedenlerinden biridir dostlar.
Dergâhların kapatılması, yüzyıllardır süren baskılar nedeniyle zaten dağlara, ulaşılması zor yerlere yerleşmek zorunda kalan, birbirleri ile ilişkileri kopartılmış olan Alevi-Bektaşi topluluklarının birliğine-dirliğine vurulan önemli bir darbe oldu.
Burada baskılara değinirken, Sivas’ta yakılan canlarımızı, Dersim Kırımını, Kahramanmaraş Katliamını, Kırıkhan’ı, Çorum’u unutmadığımızı söylemeye bile gerek duymuyorum. Çünkü bu yangın ve katliamların acısını yüreğinde duymayan tek bir Alevi-Bektaşi bile yoktur.
Sadece bize yapılanları değil, tüm topluma yaşatılan acıları da unutmadık. Biliyorsunuz iki gün sonrası 12 Eylül’ün yıldönümü. Tüm topluma ve ağırlıkla Alevi-Bektaşi toplumuna yaşatılan o acıları da unutmadık. Birkaç gün önce yıldönümü gelen 6-7 Eylül olayları ile bir kez daha hatırladığımız gibi bu toprakların gayrimüslim evlatlarına yaşatılan acıları da unutmadık.
Değerli canlar,
Böl-yönet siyaseti ile dergâhların kapatılması devlet eliyle bize karşı uygulanan bilinçli, kararlı yok etme, asimile etme siyasetleriydi. Ama bugünkü sorunlarımızın ortaya çıkmasına etkisi olan bir başka olgu daha vardır. Bu, Türkiye’nin son derece nesnel bir gerçeği olan göç olgusudur.
İkinci Dünya Savaşı sonrasında tarıma traktörün ve makinelerin yoğun biçimde girmeye başlamasıyla ilk işareti verilen köyden kente göç dalgası hiç kesilmeden neredeyse günümüze dek sürdü. 1960’lar sonrasında, yurtdışına yönelen dış göç ile daha da ileri bir boyuta ulaştı.
Türkiye toplumunu kökten sarsan bir nüfus dağılımı değişimi yaşandı. Tabii göç sadece Kızılbaş-Alevi-Bektaşi toplumunu etkilemedi; kırsal bölgelerde köylerde yaşayan herkes bundan etkilendi.
Bu göç dalgası Alevi-Bektaşi toplumu açısından biri olumlu, biri olumsuz diyebileceğimiz iki sonuç verdi:
Göçün olumsuz yönü, Alevi-Bektaşi toplumunun inanç gelenekleri ve törenleri yüzyıllardır küçük yerleşim yerlerine uygun biçimde yapılanmış olduğundan, göçten sonra büyük kentlerde toplanan Alevi-Bektaşi toplumu, kendisini bugüne getiren “olmazsa olmaz” diyebileceğimiz bazı özelliklerini terk etmek zorunda kaldı ya da bırakıldı.
Doğal olarak toplumumuz böyle yaparak, büyük yerleşim merkezlerindeki yaşama uyum sağlamaya çalışmıştır, hala da çalışmaktadır. Bu da pek çok sorunu beraberinde getirmiştir ve bu sorunlar hala sürmektedir.
Göçün olumlu yönü, aynı zamanda Alevi-Bektaşiler için bir tanışma olmasıdır. Eskiden birbirinden kopuk, küçük toplumlar olarak yaşıyorlardı. Farklı yörelerden ve farklı ocaklardan büyük şehirlere gelen Alevi Bektaşiler, birbirleriyle tanıştılar. Kendi içlerinde uygulana gelen törenler ve erkânlar arasındaki gördükleri küçük farklılıkları, “Yol bir, sürek bin bir” diyerek çözmeye çalışmışlardır; bu çaba da hala sürmektedir.
Devletin böl-yönet ve baskı siyasetine bir de göçün sonuçları eklenince Alevi-Bektaşi toplumunun yaşadığı sorunlara hiç şaşmamak gerekir. Şaşmamak gerekir, ama bu sonuçları kabul etmek ya da hoş görmek zorunda değiliz. Bu gidişin zararlı sonuçlarını giderebiliriz, günümüzde Alevi-Bektaşi toplumunun ihtiyaçlarına yanıt getirebiliriz.
Getirebiliriz, çünkü Alevi-Bektaşi toplumu, yaşanan tüm olumsuz gelişmelere karşı yoluna bağlı bir toplumdur. Bu olumsuz gidişe dur demeye, asimile olmamaya, son dönemde bazı ağızlardan duymaya başladığımız aşağılayıcı sözlerle, “cellâdına âşık” olmamaya kararlıdır.
Dergâhların açılması, sahiplerine iade edilmesi istemini yeterince yükseltmemiş olsa da Alevi-Bektaşi toplumu, resmiyette yasak olmasına rağmen, kabul görmemesine rağmen, bin bir yolla engellenmeye çalışılmasına rağmen çok sayıda cemevi kurarak bu kararlılığını sergilemiştir.
Her yıl Hacıbektaş ilçesine akın akın gelen bu yolun binlerce talibi, oraya “müze gezmek” için gelmemektedir. Bu, Alevi-Bektaşi toplumunun her yıl tekrarladığı en büyük kararlılık ve bağlılık göstergelerinden biridir. Yasakları tanımadığını kendi üslubunca böyle belirtmektedir halkımız.
Avrupa ve Türkiye’deki tüm vakıf ve dernek tipi örgütlerimiz kısa zamanda çok büyük işler başardılar. Buradan hepsini kutluyor ve başarılarının devamını diliyorum. Son yıllarda yapılan dev mitingler Alevi-Bektaşi toplumunun hoşnutsuzluklarını belirtmesinin, istemlerini dile getirmesinin önemli birer aracı olmuştur.
Bizlere düşen Alevi-Bektaşi toplumunun bu kararlılığı temelinde, yaşadığımız sorunları aşmak için uygulanabilir çözümler bulmak ve bunları yaşama geçirmektir.
Değerli dostlar,
Saydığım olumlu gelişmeler bize sorunlarımızı çözmenin yollarını gösterdiği gibi aynı zamanda bazı sorunlarımızın içyüzünü de gösteren birer aynadır. Birkaç soruna örnek olması için işaret etmek istiyorum:
Son aylarda dolaştığım yörelerde yapılan ve yapılmakta olan cemevlerini de gezdim. Evet, çok zor koşullarda çok güzel binalar yapmışız. Ama bu çabaya rağmen bazı yaptıklarımız özümüze aykırı olmuş.
Üzülerek belirtmek zorundayım ki, cem yapılacak mekânlarda dedenin oturduğu yer yüksekçe yapılmış ve küçük masalar, rahleler konmuş. Bu uygulama bizim inanç felsefemize tamamen terstir.
Cem yapılacak mekânın eşiğinin iç yüzüne geçme hakkına sahip olan canlar arasında hiçbir fark yoktur. Büyüklerimiz bunu, “Döşekte oturanla, eşikte oturan aynıdır, fark yoktur” diyerek belirtmiştir.
Hatırlanacağı gibi Hz. Muhammed bile Kırklar Cemi’ne “nebilik” sıfatını dışarıda bırakmadan girememiştir.
Onun için cem yapılacak mekânlarda dedenin oturduğu yerin farklı tasarlanması ve düzenlenmesi yanlıştır; özünden uzaktır.
Demokratik kuruluşlarımızdan bir örnek vereyim. Çok yerde dernekleştik, vakıflaştık, ama burada üzülerek ifade etmek zorundayım ki, demokratik örgütlülüğümüzde de birliğin olmadığını görüyoruz.
Gezdiğim her yerde toplumumuzu rahatsız eden konulardan birisinin de bu olduğunu gördük. Hâlbuki örgütlü olmaya bugün dünden daha fazla ihtiyaç var. Avrupa ve Türkiye örgütlü yapılarımızı daha da güçlendirmemiz ve birlikteliğini sağlamamız lazım.
Yasakları aşarak dergâh ve vakıf olarak çalışabildiğimiz yerlerde bir başka eksiğimizi öze çarpıyor. Önemli eksiğimiz olan eğitim kurumlarını bir türlü inşa edemedik, eğitimci yetiştiremedik ve kadro kuramadık. Başkalarının pek çok vakıf üniversitesi var, bizim ilkokul düzeyinde bile bir okulumuz yok…
Bunlar olmadan, devlettin ve hükümetin zorunlu din dersleri aracılığı ile asimilasyonu pekiştirmeye kararlı göründüğü günümüzde gençlere ulaşmak, onları asimilasyondan korumak, gönüllerine yol aşkını sokmak olanaklı değildir.
Dostlar,
Toplumumuzu bugüne getiren kurumlardan en önemlilerinden birisi olan “Müsahiplik”, yani yol kardeşliği, bütün bu yaşananlar sonucu “adı var, kendi yok” hale gelmiştir.
Bu kurum, kan bağı olan kardeşlikten daha yakın olup, tarih içerisinde toplumun birbirleri ile kaynaşmasına, dost ve hoşgörülü olmasına en fazla hizmet eden bir kurumdur.
Köyde müsahip kardeşler, sosyal ve ekonomik yönden birbirine yakın, aralarında yaş farkı az olanlar arasında yapılırdı. Köyde yirmi dört saat beraberlerdi. Birisi bir hata yaparsa, diğeri buna engel olmaya çalışırdı.
Göç sonucu müsahip kardeşler ayrıldı. Öyle ki birisi Avrupa’da işini kurdu, diğeri köyde kaldı. Ekonomik yönden aralarında bir uçurum var. Ama yolumuz kurallarına göre müsahip kardeşler birbirlerinin ceketlerini yanlışlıkla giydiklerinde, yanlış ceket giydiklerini fark etmemeleri gerekir.
Yine yolumuz kurallarına göre müsahip kardeşlerden birisi suç işler, düşkün olursa, diğeri de düşkün olur. Yani Türkiye’de köyde yaşayan müsahip kardeş bir suç işlerse, Avrupa’da yaşayan diğer müsahip kardeş de düşkün olur.
Köyde yaşadığımız dönemde müsahipler birbirlerinin kontrolü altındalar ve bu kural geçerliydi. Bugün ayrı ayrı yerlerde yaşayan müsahip kardeşler için bu kuralı uygulamak vicdanları sızlatmaz mı?
Bu kurumu çağa nasıl uyarlayacağız? Nasıl yaşatacağız?
Pek çok yörede unuttuğumuz ve uygulamadan çıkarttığımız önemli geleneklerden birisi de “İkrar ve Görgü Cemleri”dir.
Alevi-Bektaşi yolunun anayasası “Kul Hakkı”dır. Eline, beline, diline; aşına, işine, eşine sahip ve sadık olmak da temelinde kul hakkına dayanır. Yıllık yapılan görgü cemlerinde görgüden geçeriz ve ikrar vererek yola gireriz, yolun yolcusu oluruz. Geçmişteki yılın hesabını veririz. Birini ağlatmışsak onu güldürürüz; birini düşürmüşsek onu kaldırırız; üzerimizde bir hak varsa onu yerine getiririz; hatamızı telafi ederiz, incinenin gönlünü yaparız ve herkesten helallik alırız ve böylece görgüden geçeriz. Bu güzel özelliğimizi unutmak ve terk etmek, toplumumuz için, insanlık için büyük kayıptır.
Diğer bir geleneğimiz olan “Dar’dan İndirme Cemi” de artık pek çok yörede yapılmıyor. İçimizden birisi Hakk’a yürümüşse, ”Dar’dan İndirme Ceminde” Hakk’a yürüyenin en yakını (Müsahibi, eşi, kardeşi…) onun vekili olur. Üzerinde kul hakkı varsa ödenir veya telafi edilerek, rızalık ve helallik alınır ve böylece Hakk’a yürüyen dar’dan indirilir.
Dejenere olan diğer bir geleneğimiz de semahlardır.
Semah, Alevi-Bektaşi ibadetinde on iki hizmetten birisidir. Coşmuş gönüllerin birleşip Tanrı’ya doğru yüceldiğinde, bir ahenk içerisinde semah yapanların ayakları sanki yerden kesilir.
Hacı Bektaş Veli bu konuda;
“Semah ariflerin aleti, muhiblerin ibadeti, taliplerin maksududur; Bizim semahımız oyuncak şey değildir; ilahi bir sırdır, mecazî değildir. O kimse ki, semahı bir oyun sayar, o cifedir”
diyor, yani pisliktir, iğrençliktir.
Zaman içerisinde pek çok erkânımızı unuttuk, unutturulduk: Cenaze erkânı, isim verme, nikâh erkânı gibi…
Dostlar,
Bunların yanı sıra gençliğimizi bir bütün olarak etkileyen başka sorunlar da vardır. Bildiğiniz gibi Türkiye bir bütün olarak nazik bir dönemden geçiyor. Hepimizi üzen bir iç savaş ortamı yaşanıyor. Buna bağlı olarak, genel olarak toplumda ve bu çerçevede bizim gençlerimiz arasında, ne yazık ki, ırkçı, milliyetçi görüşler de ortaya çıkıyor.
Bizim inancımız, yolumuz daima barıştan, kardeşlikten, sevgiden yana olmuştur. Hünkâr’ın düsturu, “72 milleti bir bilmek”, kendimiz için ne istiyorsak, başkaları için de onu istemektir. İçinden geçtiği bu zorlu günlerde bizim, yolumuzu ve bu düsturlarını yüksekte tutmamız, gençlerimize kavratmamız gerekiyor.
Dostlar,
Günümüz, bu değerlerimize sahip çıkmanın ve hayatımıza uygulamanın zamanıdır. El ele verip bir araya gelmeden, bu görevin üstesinden gelemeyiz. Temel değerlerimize dokunmadan ve esastan ayrılmadan, günün toplumsal ve ekonomik şartlarını da dikkate alarak yenilenip, bir çatı altında toplanmalıyız.
Bunu yaparken de dostlar, yolumuzun “benlik getirmemek” düsturu bize rehber olmalıdır. Benlik getirmeden, ben dedeyim, ben mürşidim, ben pirim, benim ocağım seninkinden daha ilerde, daha yüksek demeden bir araya gelerek ve cümlemiz bu yolun birer hizmetkârı olarak çalışmak ve özveride bulunmak zorundayız.
Bu görev yalnız dedelerin değil dostlar. Örgüt yöneticilerinin, sanatçıların, yazarların, hukukçuların, tarihçilerin, kısacası “ben bu yolun yolcusuyum” diyen herkesin görevi olmalıdır.
Sevgili Canlar,
İşte bunun için sizlerle bir yıl boyunca görüştük ve bu toplantıya davet ettik. Artık sorunları biliyoruz, şimdi sorunlara bulmak zorundayız.
Çözüm bulamazsak ne olur? Bizden sonraki nesillere, adı Alevi-Bektaşi olan, fakat Alevi-Bektaşilikle hiçbir ilgisi olmayan, diğer inançlara daha yakın bir yol bırakırız. Önümüzde devasa bir asimilasyon, kendimize yabancılaşma, Sünnileşme tehlikesi duruyor.
Bizi bölüp parçalamak isteyenler, tüm toplumumuzun tiksinerek reddettiği, “devletin maaşlı dedesi” yapma havucu ile kapıda hazır bekliyor.
Bu yoldan yok olmamak için gönüllerimizi birleyip, yola teslim olmalıyız. Bu toplantı tüm ocaklara, süreklere, dedelere, babalara, rehberlere, zakirlere, dergâhlara, tüm hizmet sahiplerine ve demokratik kuruluşlarımıza, derneklerimize, vakıflarımıza bir çağrı olmalıdır.
Bizi bugüne getiren tarihsel yapımız bellidir. O tarihsel yapıyı günümüz koşullarında yeniden inşa etmeye girişelim.
Bu çalışmaya rızalıkla katılalım ve gönülleri birlemenin, yola teslim olmanın zeminini oluşturacak geniş bir kurul oluşturalım.
Bu kurul, yılda en az birkaç kez toplanarak düzenli çalışsın. Aydınlarımız, yazarlarımız, sanatçılarımız, ozanlarımız da bu düşünceye destek versin.
Çözülmesi gereken sorunların çözüm yeri orası olsun. Tüm Alevi-Bektaşilerin katılacağı sorunları belirleme, çözümleri tartışma, fikir oluşturma ve karar alma mercii olsun.
Aksayan, uygulanmayan erkânları geniş tartışmalarla ele alalım. Aceleye getirmeden, her bir sorunun üzerinde en geniş şekilde tartışarak genel olarak kabul görecek ortak çözümler bulabiliriz.
Tarihin omuzlarımıza yüklediği bu yükü taşımanın, artık beklemeye, ertelemeye olanak olmayan sorunlarımızı çözmenin, kendimizi kemale erdirmenin yolu birliktir.
Birlik mümkündür. El ele vermek bizim erkânımızdır, “El ele, el Hakk’a.” Alevi-Bektaşi toplumu bizlerden bunu istemektedir. Tarih bizden bunu istemektedir.
Bu salondaki canlara, dostlara baktıkça, açıkça görüyorum ki böyle bir birlik, el ele vermek olanaklıdır. Tarihsel sorumluluğumuza sahip çıkmak; bizi asimile etmek, “devletin dedesi, devletin Alevisi” yapmak isteyenlere teslim olmamak, benlik yapıp, bölünüp-parçalanmamak elimizdedir.
Evet, biz bu toplumda eşitlikten başka bir şey istemiyoruz. Kimseye üstünlük, ayrıcalık tanınsın istemiyoruz. Kimseye dini, dili, ulusu, rengi, inancı, mesleği nedeniyle ayrımcılık yapılmasın istiyoruz.
Ama dostlar, bunları istemek için önce biz, yolumuza, inancımıza ve birliğimize sahip olmak zorundayız. Asimile olmayı reddediyorsak el ele vermek zorundayız.
Asimile edilmeyi kabul etmeyen Alevi-Bektaşi toplumu, birlik olma, inanç örgütlülüğünü pekiştirme görevini de başaracaktır. Bundan hiç şüphem yoktur.
Hepimizin de gönlünden şüpheyi uzaklaştırıp, bu çabaya elini uzatması gerekir.
Hepinize aşk-ı muhabbetlerimi sunuyorum, saygılar sunuyorum, tekrar hoş geldiniz diyorum,
Sağ olun.