PİR SULTAN ABDAL

PİR SULTAN ABDAL ım destim demande
İsmim KOCA HAYDAR neslim yemende..

Sivasın Yıldızeli ilçesinin Banaz köyünde doğdu, Ehli-Beyt neslindendir. Çocukluk yıllarında koyunlarını otlattı, birçok Evliya ve Eren gibi o da çobanlık yaptı. Günlerden güzel bir gündü Haydar koyunlarını  daha uzağa götürmeyi arzuladı, biraz düşündükten sonra  koyunlarının peşinde yıldız dağı eteklerine gitmeye karar verdi, yolculuk uzun ve yorucu gelmişti ama geldiğine de değmişti, koyunlarını gözden geçirdikten sonra oturup azık torbasını açtı birkaç lokma atıştırdı canı yemek istemiyordu yorgundu, azık torbasını başına yastık yapıp uzandı, uyuya kalmıştı, bir başka yerdeydi, rüyasına nur yüzlü ela gözlü Pir’i mihman oldu, Haydar gördüğü rüyanın etkisiyle uyandı, gözlerini oğuşturup sağına soluna baktı ğördüğüne inanmadı ak sakallı , nur yüzlü Pir’i karşısında duruyordu. Olmazdı böyle birşey, kendini hala rüyada sandı ellerini yüzüne tekrardan götürdü, yanlarında bitmiş otları tutup çekti ama uyanıktı, Pir’i karşısındaydı hemencecik ayağa fırladı Pir’in eline eteğine sarıldı, önünde diz çoktü bir an gördüklerine inanmak istemedi Haydar, Pir’in eteğine daha sıkı sarıldı ama gördükleri gerçekti. Ulu pir sol elini Haydarın ser’inin üstüne koydu Haydar’ın içini bir ferahlık kapladı, gözlerini Pir’ine doğru çevirdi, Pir’ine baktı mest oldu, bir başka alemde pervane idi kendinden geçti, duyuları işlemez oldu, Ulu Pir Haydar’a seslendi, Haydar uyanır gibi oldu Pir’in elinde bir kase süt vardı  sütü Haydar’a uzattı Haydar sütü içti, 366 azası coşa gelmişti, bedenini ateşler sardı, damarlarındaki kan nerdeyse dışarıya vuracaktı, sonra Elmayı uzattı, Haydar elmayı alırken gözü Pir’in aya’sındaki yeşil ben’e ilişti, ağzından bir söz çıkmadan Pir’in ellerine sarıldı, Ulu Pir’i bundan böyle adın Pir olarak anılacak dedi ve sır’lara karıştı.

Bir saatte yedi iklim dolandım

Saat geçti karar kıldım uyandım

Hikmeti görünce yine bulandım

Biraz çalkalandım cihan içinde

 

Koca Haydar olduğu yerde kala kaldı, uyudu, uyandı, cuşa gelip on sekiz bin alemi pervanelıkte dönmeye başladı. O döndükçe herşey başkalaştı, içi içine sığmaz oldu, Pir’in yüzü ve elindeki yeşil ben gözlerinin feri oldu. Nereye baktıysa onları gördü, yer ile gök birleşip Haydar’ın yüreğine sığınmıştı. Gönlüne öyle bir sevda, öyle bir aşk düşmüştü ki, ne gecesi ne gündüzü vardı. Kendini yıldızeli yaylasına verdi. Gönül gözü açılmış her yer, her şey koca Haydar’ın sevdasının, aşkının birer parçası olmuştu. Evine dönmedi Haydar, Kendi gönlüne döndü. O kimselerin arayıp bulamadığı deryanın dibindeki has inci Banazlı koca Haydarın gönlündeydi, Gönlüne mekan kuranlara hizmet etti, ikrar verip talip oldu Erenlerin sevdasını dile getirdi, aşk ile haykırdı, bağlamasının teline dokundu,

 

Uyurken üstüme gelen erenler

Gafil aç gözünü uyan dediler

Serseri kalma bu cihan içinde

Yürü bir mürşide talip ol dediler.

 

Haykırışı dilden dile gönülden gönüle dolaştı. Ezilenin, sömürülenin, hor görülenin dili oldu. Çoğaldı sel oldu, zulüm dalgalarına barikat oldu, umut oldu, direnç oldu. Yükseldikçe zulüm saraylarını titretti. Sırça köşklerde oturanların uykularını kaçırttı. Ulu Pir kendini yola ve halka adamıştı. Hakkın ve halkın adamıydı, inancında baskı, zulum, sömürü, insanlık dışı muamele yoktu. İnsanı merkezin dışına koyan bir düşünce ulu Pir’e yabancıydı. Gönül kırmak, gönül incitmek şöyle dursun, O gönüller sultanı adaletin terazisiydi. İncinen, kırılan gönüllerin, ağlayan gözlerin, ah çeken dillerin umuduydu, çaresiydi.

Dergahı binlerin uğrağıydı, sesi, sedası, sohbeti, muhabeti Mest ederdi insanı. Bu deryadan nasiplenmek, ondan bir yudum içmek, bu demde demlenmek, ağaların, şeyhlerin, osmanlı desportlarının hişmına uğramışların bedenlerine ruh gibiydi. Pirin dolusundan içmek , pirin yolundan yürümek gerekti. Pir Sultan kendinden önceki yol uluları gibi doğduğu toprakların sesi, nefesi, güneşi idi. Bu çerağ yanlız Anadolu Halkı için değil, bütün insanlığı aydınlatıyordu. Karanlıklardan çıkmak için insanların bu ışığa ihtiyaçları vardı. Dergahında yüzlerce kişi eğitiliyordu.  Bunlardan biride Hızır idi. Pir’in dergahına geldi geleli sadıktı. Herkesten daha çalışkan daha özverili vefakardı. Uzun yıllar hizmet etti. Birgün Padişahın kullarını görünce onlara özendi, sarayın adamı olmalıydı ancak böylelikle hüküm sahibi olabilirdi.

Aklına okumak ve makam sahibi olma fikri geldi. Günlerce, aylarca kafasındaki bu düşünceyle cebelleşip duru verdi. Sonunda kararını verdi, İstanbula gidip saray Mekteplerinde okuyacak büyük adam olacaktı. Bu düşünceyi günün birinde Piri Koca Haydar’a açıklayı verdi, okuması için Pir’inden himmet istedi. Koca Haydar Hızır’ın gözlerine baktı. Bu öyle bir bakıştı ki, Hızır eridi, küçüldü, sanki yok oluverdi. Şimdiye kadar böylesi onu derinden harab eden bir bakışla karşılaşmamıştı. Ne olduğunu neden bu hale geldiğini kendide anlayamadı. Dili dimağı tutuldu. Ağzı açılmaz, dili söylemez olmuştu, bedeni zangır zangır titiriyordu. Nerdeyse düşüp bayılacaktı. Pirin, Hızır demesiyle irkildi. Madem öyle istiyorsun, dediğini yap, git oku. Hızır iki büklüm Pirin ellerine ayaklarına kapandı. Sadık kalacağını, talip olacağını, kekeleyerek söyleyi verdi. Pir Sultan Hızır-ı okumuştu, sana himmet eyledim, sen gidip okuyacaksın ve Sıvas’a vali gelip Piri’ni Dar ağacına göndereceksin dedi. Hızır büsbütün yıkıldı, yer yarılıp içine girseydi kendisi için daha iyi idi. gerisin geriye dışarı çıktı, ayakta duracak mecali kalmamıştı, benzi solmuş, iki büklüm olmuştu, kendisini yatağına zor attı, yorganını başının üstüne çekti Dünyadan irtibatını kesip hayallere daldı sofular köyündeki yaşamı, dergaha gelişi, tanıdığı ,bildiği, gördüğü ne varsa hepsi o anda gözlerinin önünden akıverdi, uyuya kalmıştı, İstanbul’daydı ,bir çeşmenin başında oturuyordu öylesine susamıştıki tam avuçlarını suya tutup su içmek isterken aniden su kesiliveriyordu , bir kaç kez denedi olmadı o anda Pir’ini gördü, tamda doğrulmak isterken, Pir’i ona suyu işaret etti , Hızır avuçlarını suya tuttu kana kana içti, başını kaldırdığında PiR yok olmuştu, kalkıp yola koyuldu daha birkaç adımda kendini karanlıklar içinde buldu, el yordamıyla yoluna devam etmeye  çalışırken üçüncü adımda önündeki kuyuya düşmüştü, kuyudan debelene debelene çıkabildi ancak üstü başı pislik içindeydi aklına çeşme geldi, yıkanıp temizlenmesi gerekti, söylene söylene çeşmenin başına geldi ama su akmıyordu, bir an öylece kaldı, sonra elbisesini çıkarıp tersinden giydi tam o anda kendini Pir’in dergahının önünde buldu, Ulu Pir kapının önünde ayaktaydı, Hızır ona doğru gitmek istedi ama bir türlü ulaşamadı, olduğu yerde duruverdi, Pir sultan her zamanki o hoş sedası ile „Hızır dışını da kirlettin içini de, bundan böyle lanet ile anılacaksın dedi”.. Hızır ter içinde uyandı ..Kıvranıp durdu başını her yastığa koymada kendini kuyunun içinde yılanların, çıyanların içinde gördü ..içini bir korku aldı bedeni tir tir titriyordu, sabaha kadar uyumamaya çalıştı..Sabah erkenden hazırlanıp yola koyuldu….

Ulu pir kendini hakka adamış hak adına yola çıkmış ‘’Gel güzel yola gidelim, Adı güzel Ali ile ‘’ diyen cesur yürekli bir yolcudur, Halkın içinde, halkın sorunlarıyla başbaşa, halkın sesi, halkın dili olmuş, halkı zalimlere karşı durmaya çağıran … ve Halkına önderlik etmiş bir dava adamıdır…

Kızılırmak gibi bendinden boşan

Hama’dan Mardin’den sivas’a döşen

Düldül eğerlendi Zülfükar kuşan

Ali’m ne yatarsın günlerin geldi ´

 

Her dönemde olduğu gibi Osmanlı Padişahları yükselen toplumsal mücadeleyi bastırmak, davayı öndersiz ve başsız bırakmak için Davasının önderi Pir sultanı  şerri kanunlarla dar’a  göndermişlerdir.

Hızır paşa Sivasın Sofular Köyündendir. Pirin adını duyup dergahına gelmiş, yedi yıl Pirin kapısına hizmet edip Mürid olmuş, yanmış ama pişmemiştir. pir’inden aldığı himmetle Istanbula gitmiş Sarayın mekteplerınde okuyup Vali olarak Sivasa atandığında, Pir’e verdiği sözü unutup, yoldan çıkmış ve düşkün olmuştur. Hızır elindeki gücü kullanarak halkın üzerine baskı uygulamış, zulm etmiş, yanındaki kara kadı ve sarı kadılarla beraber çok can yakıp ocaklar söndürmüştür. Hızır Pir’ini hiç aramaz, sormaz olmuş. Zaten verdiği ikrardan çoktan dönmüş ihanet çukurunda debelenir olmuştu. Bütün bu olanlardan Pir Sultan da haberdardır, Pir köpeklerinden birini Kara Kadı, birini de Sarı Kadı diye çağırırmış. Gammazlar Piri Kadılara ihbar eylemiş. Pir zoraki Sivasa getirilip, yargılanmış. Pir Sultan kendi ınancından taviz vermeden, Kadıların haksızlıklarını yüzlerine söylemiş, ama gaye Pir’i ortadadan kaldırmak veya boyun eğdirmek olduğu için, yeni yöntemlere başvurulmuş. Hızır paşa, kör müftüsüne bir fetva yazdırarak, Şahın adını yasaklatmış, Şah ismini kulananların cezalandırılacağını bildirmiş. Ferman Pir Sultana da iletilmiş.

Almış sarı tamburasını eline Güzel Pir’im…

Fetva vermiş koca başlı kör müftü

Şah diyenin dilin keseyim deyü

Satır yaptırmış Allahın laneti

Ali’yi seveni keseyim deyü.

 

Bunun üzerine Hızır Pir Sultanı saraya cağırtmış. Pir Sultana izzeti ikramda bulunup, türlü türlü yiyeceklerle bir sofra donatmış, ancak Pir Sultan elini bile dokundurmamış. Hızır merak edip sebebini sorunca. Yüce Pir, Ey Hızır sen ikrarından döndün, yoldan çıktın Kul hakkı yedin sen düşkünsün, bu haram yemeklerini değil ben, benim köpeklerim bile yemezler diyerek, yönünü banaza çevirip, köpeklerine seslenmiş. Banazdan gelen köpeklerde sofrada bulunan yemeklere dokunmamışlardır. Buna çok kızan çok hidetlenen Hınzır Paşa, Pir Sultanı Sivas’taki toprak kaleye zindana attırmış. Olayların gelişiminden çekinen Hızır Paşa bir Meclis oluştuarak Pir’i zindandan çıkarıp, Meclise getirmiş ve kör müftünün verdiği fetvayı hatırlatarak  içinde Şah sözü geçmeyen üç Beyit okursa, serbest kalacağını söylemiş. Söylemiş ama, karşısındaki yolun Piri, İmam Hüseyinin torunu, Hızıra boyun eğermi Koca Haydar.

 

Gönül çıkmak ister Şahın köşküne

Can boyanmak ister Ali müşküne

Pirim Ali on iki imam aşkına

Açılın kapılar Şah’a gidelim

 

Hınzır paşa iyice öfkelenıp adeta çılgına döndü, kafasını ellerinin arasına alıp dolanmaya başladı kudurmuş bir halde Pir Sultana dönüp bağırarak ‘’ayağını denk al yoksa seni dar ağacına göndereceğim ‘’ diye tehditler savurdu

 

Koca Haydar Tezeneyi saza bir daha vurdu

Yürü bire Hızır Paşa
Senin de çarkın kırılır
Güvendiğin padişahın
O da bir gün devrilir

Şah’ı sevmek suç mu bana
Kem bildirdin beni Han’a
Can için yalvarmam sana
Şehinşah bana darılır

 

Hızır, hınzırlaştı, kudurdu, köpürdü yedi başlı yezit oldu çabuk elden koca Haydar yok edilmeliydi, fermanlar yazıldı, fetvalar çıkarıldı darağacı kuruldu Pir Sultan dara asılmak üzere zindandan çıkarıldı, toplananlara pir sultanı taşlamaları emredildi, atılan taşların arasında birde Gül vardı Ali Babanın Pir’e attığı…

 

Ulu pir’in gönlüne bir sızı çöktü, hançer yüreğini ikiye bölmüştü…’’ Şu ellerin taşı bana hiç değmez, ille dostun bir tek gülü yareler beni ‘’ diye haykırdı.

Kaldırdı Başını Şaha doğru.

‘’Dönen dönsün ben dönmezem yolumdan’’ diyerek dara yürüdü…

Dar dibinde durup seyr eyledi şer kalabalığı, Nesiminin derisi yüzülürken, Mansur dilim dilim kesilip asılırken de hep aynıydı….

Eşi Zeynep Ana’ya ve yavrularına da bir kaç sözü vardı..

 

Bize de Banaz’da Pir Sultan derler
Bizi de kem kişi bellemesinler
Paşa hademine tembih eylesin
Kolum çekip elim bağlamasınlar

Hüseyin Gazi Sultan binsin atına
Dayanılmaz çarh-ı felek zatına
Bizden selâm söylen ev külfetine
Çıkıp ele karşı ağlamasınlar

Ala gözlüm zülfün kelep eylesin
Döksün mah yüzüne nikap eylesin
Ali Baba Hak’tan dilek dilesin
Bizi dâr dibinde eğlemesinler

Ali Baba eğer söze uyarsa
Emir Hüdâ’nındır, beyler kıyarsa
Ala gözlü yavrularım duyarsa
Alı çözüp kara bağlamasınlar

Şeriatin kara ilmiği boynuna geçirilirken sesi arşa yükseldi

 

Ben Musa’yım sen Firavun
İkrarsız Şeytan-ı lain
Üçüncü ölmem bu hain
Pir Sultan ölür dirilir

 

Emevi şeriatına uymuyor diye astılar Pir sultanı darağacına, istenilen hem ulu Pir’i Bedenen hemde sesini, sevdasını yok etmekti, olmadı. Ulu Pir halkın ozanı, Hakkın ozanıydı, ezilenin, horgörülenin  konuşan dili, söylenen sözü, gören gözüydü , halkın gönlüne öyle bir taht kurmuştuki hiç bir güç onu ordan söküp atamazdı. Pir sultanın Bedenini zindana attılar, sonunda darağacına astılar.. ama sesini, sevdasını, davasına olan aşkını tutup hapsedemediler.

 

Düştü toprağa Pir’ in sesi, sevdası, davası, tohum olup yeşerdi boy verdi, yağmur olup toprağa can verdi, yel olup esti, sel olup deryaya koştu, ağacın çiçeğine, kuşun sesine, insanın gönlüne indi. mazlumların elinde isyan bayrağı, zalimin yüreğine korku oldu.

Aradan yüzyıllar geçmesine rağmen yüce dava adamı Pir’in öğretileri, inancına ve ikrarına olan bağlılığı, zalime boyun eğmeyen Hüseyni duruşu ışık olup yolu aydınlattı, Pir’in sevdası dilden dile, gönülden gönüle taştı.

Unutulmadı Pir Sultan, gün oldu gönüllerde gün oldu meydanlarda anıldı. yine bir Temmuz’da onu anmak istediler onun sevdalıları, sazıyla, sözüyle, büyüğü, küçüğü, kadını erkeği ile  bir can olup Semah döneceklerdi, barış güvercinleri gibi kanat çırpacak, kardeşlik ve rızalık bahçesine tohum saçacaklardı..Bir anda mezarlardan akın akın çıkıp geldiler, öyle bir geldilerki yok ettiler iyiden, güzelden, Haktan yana ne varsa..cehennem zebanileri alışık olduklarını yaptılar öyle yaptılarki atalarını bile kıskandırdılar Hınzırın torunları…

 

Müslüm Kaya

AABF İnanç kurulu Sekreteri

 

Yararlanilan kaynaklar

P-Sultan Abdal—A. Bezirci

Saz ve darağacı—I.C. Ersever

Bu makale alevilerin sesi dergisinin172. Sayısında(2013) yayınlanmıştır.